7 Nisan 2009 Salı

TUİÇ II.Anadolu Kongresi-Aydın Adnan Menderes 21-22 Nisan 09

Balkan Yarımadası yüzyıllar boyunca kavimlerin göç güzergâhları içerisinde olmuştur. Bu güzergâhı takip eden kavimler bölgenin coğrafi şartlarını da kullanarak bölgede yerleşmişlerdir. Bu durum yarımadayı birçok farklı kavimin bir arada yaşadığı ortak bir alan haline getirmiştir. Bu ortak alan içerisinde farklılıkların bir arada yaşayabilmesi için bölge içinden olan fakat bölgedeki her unsurun kolaylaştırıcılık rolü oynayacak ülkenin tanıması meşruiyetini beraberinde getirmektedir.

Bölgenin geleneklerine, din ve mezheplerine, sosyal yaşamına müdahale de bulunan hiçbir otorite bölgede uzun süre varlığını sürdürememiştir. Bölgenin dışındaki herhangi bir gücünde bölgede uzun vadeli olarak politika üretimi olanaksızlaşmaktadır. Bu noktada güç paylaşımı sonucunda üst otoritelerin bu tarz parçalı-kültürel yapılanmalarda olduğu yerlerden çekilmesi sonucunda trajik vakalar yaşanmaktadır. Bunun en belirgin örneği de Osmanlı İmparatorluğu ve Yugoslavya’nın dağılma süreçlerinde görebilmekteyiz. İki üst kurumunda dağılması sonucu insanlık suçu olarak nitelendirebilecek olaylara şahit olunan bölgede bugün hala korku azalarak da olsa devam etmektedir. Çünkü uluslararası toplum bu trajediye baştan duyarsız kalmış daha sonra da müdahale konusunda çabuk organize olamamış ve kısacası yetersiz kalmıştır. Bu noktada bölge içinde bir gücün bölgedeki sorunlar için arabuluculuk-kolaylaştırıcılık rolü üstlenmesi hem mağdur olan bölge halkları tarafından hem de uluslar arası toplum tarafından kabul görecektir. Bu noktada Türkiye bölgesel bir güç merkezi olarak bölgedeki taraflara da eş mesafede olmak kaydıyla bölgede kalıcı barışı sağlamak için rol alabilir düşüncesini taşımaktayız.

İkinci olarak Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecinde bölgede kalan ve Türkiye’ye de göç etmeyi düşünmemiş sayıları da 1-2 milyon arası ifade edilende bir Türk varlığı bulunmaktadır. Bugün Türk Dış Politikasının oturduğu temel söylemlerden birisi de “Dış Türkler” konusudur. Bu noktada Balkan Türklerinin muhatabı olarak daha önce kimliklerini izole ederek asimilasyon hedefi güden merkezi otoriteler yerine Balkanların Avrupa Birliği uyum sürecinde yol kat etmesi ve bazı Balkan ülkelerinin tam üye olması sebebiyle Avrupa Birliği üyesi otoriteler bulunmaktadır. Bu anlamda da Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HÖH) - Bulgaristan’da yönetici kadrolarının Türk Azınlık mensuplarının yoğunlukta olduğu bir parti- yerel ve genel seçimlerde de gözle görülür bir başarı sağladılar. Bu durumu Türk varlığının bölgede kimliklerini kaybetmeden Avrupa Birliği’nin getirmiş olduğu açılımları da değerlendirip bulundukları ülkeye uyum sağlamaları olarak formüle edebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder